Günümüzün hayat şartları ne eyvah fakat anneleri büyük heveslerle dünyaya getirdikleri bebeklerini bir noktada güvendikleri bir aile büyüğüne ya da bir bakıcıya bırakarak çalışma hayatına dönmeye zoraki bırakmakta. Kariyer anlamında yaşanan zorlukların yanı sıra şayet de anneleri en çok zorlayan meselelerden biri iş ve konut hayatı arasında denge kurmaya çalışırken çocuklarına açlık ettiklerinden fazla daha az vakit ayırabilmeleri ve beraberinde gelen suçluluk hisleri ile pişmanlık. En büyük zorluk ise şayet de birçoğunun önünde daha önce kendileri gibi ayrıca çalışıp hem de analık yapmış olan anne modellerinin öyle artı olmayışı. Ama her ne değin çalışmaya devam etmek ya da evde kalmak anneler için büyük bir ikilem yaratsa da araştırmaların ayrıca hafıza olduğu sonuç dinç bir psikolojik gelişim için kayda değer olanın çocuk ile bakım veren birey (ör: anne, anneanne, babaanne, bakıcı, vb.) arasında sevgi batmış, ihtiyaçların karşılandığı ve senaryo arz eden doyurucu bir ilişkinin var olması olduğudur.
Doğumdan itibaren annenin zihni ve yaşamı bir süreliğine yalnızca bebeği ve bebeğinin bakımı ile meşguldür fakat bu da anne ve bebek aralarında tehlikesiz bağın oluşumu ve bebeğin ihtiyaçlarının birebir karşılanması, hayatta kalabilmesi için elzemdir. Bu dönemde anne bebeğinin ağlamasından, çıkardığı seslerden, bakışından ihtiyaçlarını anlar ve birincil zamanlar keza somut hem de hissi ihtiyaçları açısından kendisine bağımlı olan bebeğinden başka bir şey düşünemez haldedir. Bu durum bebeğin psikolojik gelişimi için olmazsa olmaz meşguliyetlerden biridir anne için. Oysa zamanla annenin de zihni bebeği dışında diğer şeylerle meşgul olmaya başlar (ör: eşiyle ilgilenmek, meslek yaşamına yönelmek vb.) oysa bu da bebeğin anneden ayrılabilmesi, ayrışabilmesi, dış dünyayı keşfedebilmesi ve bireyselleşebilmesi için çok kayda değer bir aşamadır. Bu noktada bebeğin yeni çoğalan becerilerinin desteklenmesi, anne haricen var olan dış dünyayı keşfedebilmesi ve tanıyabilmesi için cesaretlenmesi, anneden ayrışabilmesine muavin olunması psikolojik gelişimi açısından kritik bir tartma taşır.
Birçok toplumda olduğu gibi bizim toplumumuzda da ne yazık ki iyi anne olmak zamanın ve ayrıca somut hem de zihinsel enerjinin hemen hemen hepsini çocuğuna yarmak olarak algılanmaktadır. Hâlbuki sağlıklı çocuk gelişimi için manâlı olan maddi birlikteliğin süresinden çok içeriği ve hissi anlamda doyuruculuğudur. Bu bağlamda benzer evde sabah akşama değin bir arada bulunmak yerine “kaliteli vakit” olarak da çoğu kez adlandırılan, gün içerisinde yalnızca anne ve çocuğun dünyada sanki başka hiç kimse yokmuşçasına ilişki kurdukları, çocuğun ihtiyaçlarına ve isteklerine odaklı bir yarım saat geçirmeleri fazla daha doyurucudur. Benzer şekilde çocuğa gereğinden ve ihtiyaç duyduğundan fazla yemek yemek yedirmek de ne eyvah ancak iyi anneliğin bir ön koşulu gibi algılanmakta, hissi ve ilişkisel anlamdaki doyuruculuk bu noktada maddi doyum ile karıştırılmaktadır. Çalışan annelerin çocukları ile geçiremediği zamanların açlığını haberdar olmadan onları artı yedirmeye çalışarak kapatmaya çalışmaları ve fiziki anlamda aç kalmalarını çocuklarının gelişimleri anlamında kayda değer bir endişe kaynağı haline getirmeleri de ne eyvah oysa çoğunlukla görülen bir yanılsamadır. Unutulmamalıdır ancak büyümek ve sağlıklı büyümek maddi olduğu kadar duygusal doyumu da beraberinde gerektirir. İlginçtir ancak son yıllarda yapılan birçok araştırma ev hanımı olan annelerin çocukları ile geçirdikleri nitelikli zamanın çalışan annelere oranla fazla daha eksik olduğunu göstermektedir. Bunun olası sebeplerinden biri çoğu sorumluluğu aynı anda yerine getirmeye çabası içinde olan çalışan annelerin zamanlarını konut hanımlarına kadar daha iyi hazırlamak zorunda olmaları, bu nedenle de çocukları ile geçirebilecekleri kısıtlı vakitlerini daha kaliteli yaşamaya çalışmaları olabilir. Ama bütün bu veriler deha çalışan annelerin suçluluk hislerine engel olmakta beceriksiz kalmaktadır.
Çalışan annelerin bu hisler ve pişmanlık ile düştükleri tuzaklardan biri çocuklarının sevgilerini kaybetmelerine sebep olacağına inandıkları “hayır” kelimesini kullanmaktan kaçınmaktır. “Hayır” çağrıda bulunmak ne eyvah fakat çalışan anneler kadar çocuğun alaka ve sevginin yanı sıra isteklerinden de yoksun bırakılması biçiminde yorumlanabilmekte, böylelikle sevgi ve hudut atama arasındaki denge kolayca bozulabilmektedir. Çoğu çalışan anne görüşülemeyen zamanın ve yeterince gösterilemediğine inanılan alaka ve sevgi açığının çocuğun tüm isteklerini fazlasıyla yerine getirerek kapatılacağı biçiminde hatalı bir inanış geliştirirler. Ancak dinç bir çocuk yetiştirmenin en esas kuralı çocuklara isteklerini erteleyebilmeyi bilgi vermek, dolayısıyla uygunsuz zamanlarda hayır diyerek onları sınırlayabilmektir. Aksi takdirde çocuk tekrar tekrar daha fazlasını ister. Suçluluk duygusuyla hiçbir kayıp yaşatılmamaya çalışılan bu çocuklar her istediklerinin gerçek olduğu hayali bir yaşam yaşamaya başlarlar ki konut haricen farklı alanlara yönlendirilmiş kısıtlamaların olduğu ve bu kısıtlamalar ile kuralların tutarlı bir şekilde uygulandığı ortamlar bu çocuklar için bir kâbus haline dönüşebilir. Örneğin bu çocukların bilhassa okula başladıklarında önemli engellenmeler ve sınırlamalar karşısında büyük oranda uyum sorunları yaşamaları kaçınılmazdır; çünkü ne mektep ne de dış dünya tıpkı ebeveynleri gibi onların ayakları önünde eğilmeyecektir.
Günümüzün yaşam koşulları ne eyvah ama anneleri büyük heveslerle dünyaya getirdikleri bebeklerini bir noktada güvendikleri bir aile büyüğüne veya bir bakıcıya bırakarak çalışma hayatına dönmeye zoraki bırakmakta. Kariyer anlamında yaşanan zorlukların yanı sıra ola ki de anneleri en çok zorlayan meselelerden biri meslek ve ev hayatı aralarında denge kurmaya çalışırken çocuklarına istek ettiklerinden fazla daha az vakit ayırabilmeleri ve beraberinde gelen suçluluk hisleri ile vicdan azabı. En büyük güçlük ise olur ya de birçoğunun önünde daha önce kendileri gibi hem çalışıp hem de analık yapmış olan anne modellerinin böylece fazla olmayışı. Ancak her ne dek çalışmaya sürdürmek ya da evde kalmak anneler için büyük bir ikilem yaratsa da araştırmaların keza fikir olduğu netice sağlıklı bir psikolojik gelişim için kayda değer olanın çocuk ile bakım veren birey (ör: anne, anneanne, babaanne, bakıcı, vb.) aralarında sevgi doymuş, ihtiyaçların karşılandığı ve akıcılık talep eden doyurucu bir ilişkinin var olması olduğudur.
Doğumdan itibaren annenin zihni ve yaşamı bir süreliğine yalnızca bebeği ve bebeğinin bakımı ile meşguldür ancak bu da anne ve bebek arasında güvenli bağın oluşumu ve bebeğin ihtiyaçlarının birebir karşılanması, hayatta kalabilmesi için elzemdir. Bu dönemde anne bebeğinin ağlamasından, çıkardığı seslerden, bakışından ihtiyaçlarını anlar ve birincil zamanlar keza bedensel keza de hissi ihtiyaçları açısından kendisine bağımlı olan bebeğinden başka bir şey düşünemez haldedir. Bu durum bebeğin psikolojik gelişimi için olmazsa olmaz meşguliyetlerden biridir anne için. Ama zamanla annenin de zihni bebeği dışarıda başka şeylerle meşgul olmaya başlar (ör: eşiyle ilgilenmek, iş yaşamına yönelmek vb.) oysa bu da bebeğin anneden ayrılabilmesi, ayrışabilmesi, dış dünyayı keşfedebilmesi ve bireyselleşebilmesi için çok kayda değer bir aşamadır. Bu noktada bebeğin yeni büyüyen becerilerinin desteklenmesi, anne dışarıda var olan dış dünyayı keşfedebilmesi ve tanıyabilmesi için cesaretlenmesi, anneden ayrışabilmesine tezgâhtar olunması psikolojik gelişimi açısından kritik bir önem taşır.
Birçok toplumda olduğu gibi bizim toplumumuzda da ne eyvah fakat iyi anne edinmek zamanın ve ayrıca fiziksel hem de zihinsel enerjinin adeta hepsini çocuğuna bozmak olarak algılanmaktadır. Hâlbuki dinç çocuk gelişimi için önemli olan bedensel birlikteliğin süresinden çok içeriği ve duygusal anlamda doyuruculuğudur. Bu bağlamda aynı evde sabahleyin akşama dek bir arada bulunmak yerine “nitelikli süre” olarak da çoğu kez adlandırılan, gün içerisinde yalnızca anne ve çocuğun dünyada sanki başka hiç kimse yokmuşçasına ilişki kurdukları, çocuğun ihtiyaçlarına ve isteklerine odaklı bir yarım saat geçirmeleri çok daha doyurucudur. Benzer şekilde çocuğa gereğinden ve gereksinim duyduğundan fazla yemek yemek yedirmek de ne eyvah ama iyi anneliğin bir ön koşulu gibi algılanmakta, duygusal ve ilişkisel anlamdaki doyuruculuk bu noktada maddi doyum ile karıştırılmaktadır. Çalışan annelerin çocukları ile geçiremediği zamanların açlığını farkında olmadan onları fazla yedirmeye çalışarak kapatmaya çalışmaları ve fiziksel anlamda aç kalmalarını çocuklarının gelişimleri anlamında kayda değer bir endişe kaynağı haline getirmeleri de ne eyvah ki çoğunlukla görülen bir yanılsamadır. Unutulmamalıdır ki gelişmek ve dinç büyümek somut olduğu değin duygusal doyumu da beraberinde gerektirir. İlginçtir ama son yıllarda yapılan birçok araştırma ev kadını olan annelerin çocukları ile geçirdikleri kaliteli zamanın çalışan annelere oranla fazla daha az olduğunu göstermektedir. Bunun olası sebeplerinden biri çoğu sorumluluğu aynı anda yerine getirmeye çabası içinde olan çalışan annelerin zamanlarını konut hanımlarına tarafından daha iyi sıralamak zorunda olmaları, böylece de çocukları ile geçirebilecekleri kısıtlı vakitlerini daha kaliteli yaşamaya çalışmaları olabilir. Oysa tüm bu veriler deha çalışan annelerin suçluluk hislerine engel olmakta yetkisiz kalmaktadır.
Çalışan annelerin bu hisler ve pişmanlık ile düştükleri tuzaklardan biri çocuklarının sevgilerini kaybetmelerine sebep olacağına inandıkları “hayır” kelimesini kullanmaktan kaçınmaktır. “Hayır” çağırmak ne eyvah fakat çalışan anneler kadar çocuğun alaka ve sevginin yanı sıra isteklerinden de mahrum bırakılması biçiminde yorumlanabilmekte, bu vesile ile sevgi ve hudut koyma arasındaki denge zahmetsizce bozulabilmektedir. Birçok çalışan anne görüşülemeyen zamanın ve yeterince gösterilemediğine inanılan alaka ve sevgi açığının çocuğun tüm isteklerini fazlasıyla yerine getirerek kapatılacağı şeklinde yanlış bir inanış geliştirirler. Ama sağlıklı bir çocuk yetiştirmenin en esas kuralı çocuklara isteklerini erteleyebilmeyi öğretmek, dolayısıyla uygunsuz zamanlarda hayır diyerek onları sınırlayabilmektir. Huysuz takdirde çocuk tekrar tekrar daha fazlasını ister. Suçluluk duygusuyla hiçbir kayıp yaşatılmamaya çalışılan bu çocuklar her istediklerinin gerçek olduğu gerçek dışı bir hayat yaşamaya başlarlar ki konut haricen dağıtılmış kısıtlamaların olduğu ve bu kısıtlamalar ile kuralların tutarlı bir şekilde uygulandığı ortamlar bu çocuklar için bir kâbus haline dönüşebilir. Örneğin bu çocukların bilhassa okula başladıklarında ciddi engellenmeler ve sınırlamalar karşı büyük oranda armoni sorunları yaşamaları kaçınılmazdır; çünkü ne mektep ne de dış dünya tıpatıp ebeveynleri gibi onların ayakları önünde eğilmeyecektir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder