17 Eylül 2016 Cumartesi

Bir Yumak Mutluluk


Macomber, hakiki kaderlerinin peşinden koşmak için eski hayatlarından vazgeçen insanların hikâyesini fazla arkadaş canlısı bir dille anlatıyor."-Booklist-
"Hayatları birbiriyle kesişen dört kadın yoluyla insan ilişkilerine doğru bir görüş."-Midwest Book Review-
"Macomber harikulade bir öykücü... Çizdiği karakterler son derece derin ve gerçekçi."-Publishers Weekly-
"Debbie Macomber yüreğiyle yazıyor." -Library Journal-

Kitapları tüm dünyada 140 milyondan artı satan ve birçok dile çevrilen Debbie Macomber, yürek ısıtan romanı Ufak Mucizeler Dükkanı'ndan sonra yepyeni bir sayfa açıyor.Geçmişte yaşadıklarım bana şunu öğretti: Hepimiz bu dünyaya, hayatımızı en iyi şekilde yaşamak için geliyoruz ve inanın bana, yaşam saklanarak, umutsuzluklarla, pişmanlıklarla harcanamayacak dek kısa. Dertler ve sıkıntılarla boğuşurken her gün, bir öncekinin aynısı gibi görünmeye başlıyor. Oysaki her yeni gün kendi mucizelerini de beraberinde getiriyor. Keza de en umulmadık anlarda... Doğduğumuz andan itibaren hepimize birer yumak iplik veriliyor; bundan mutluluğun desenlerini örmek ise bizim elimizde...Bu kitapla neşe saçan bir mola verip, hayatın karmaşasından uzaklaşacaksınız...

KİTABIN ILK BÖLÜMÜNDEN:

1

“Elle çorap örmek, tarihle aramızda bir bono kurar; günümüzde de faydalanmaya devam etliğimiz hüner ve teknikleri kullanmış örgücülerin hayatlarına bir görüş atmamızı sağlar. ”
Nancy Bush

LYDIA HOFFMAN
Örgü örmek hayatımı kurtardı. Beynimde tümörler çıkmasına sebep olan, kelimelerle tanımlama edilemez baş ağrılarıyla canıma okuyan, çok dehşet bir kanser türüne karşısında verdiğim iki uzun soluklu mücadelede daima yanımda oldu. Hayatım her tarafında hayal bile edemeyeceğim acılar çektim. Kanser, gençlik yıllarımı ve yirmili yaşlarımı silip attı ama ben yaşamaya kararlıydım.
Birincil kanser tanısı koyulduğunda on altı yaşına yeni basmıştım. Örgü örmeyi de kemoterapi görürken öğrendim. Yanımdaki kemoterapi koltuğunda oturan göğüs kanserine yakalanmış kadın örgü örüyordu; bana her şeyi o öğretti. Tedavi fazla ağırdı fakat çektiğim baş ağrıları kadar fena olamazdı. Mide bulantıları ve halsizlikle geçen sona ermek bilmez saatleri örgü doğruca aştım. Elimdeki iki şiş ve bir yumak iplikle, yüzleşmek zorunda kaldığım tüm zorlukların üstesinden gelebileceğimi hissedebiliyordum. Saçlarım avuç avuç dökülüyordu ama ipliği şişin etrafından geçirebiliyor, ilmek atabiliyor bir deseni peşine düşüp takip edip ortaya bir şeyler çıkarabiliyordum. Birkaç lokmadan fazlasını yiyemiyordum lakin örgü örebiliyordum. O ufak başarı hissine tutunuyor, onun kıymetini biliyordum.
Örgü örmek kurtuluşumdu, tıpatıp babam gibi. Kanseri ikinci kez atlatmamı sağlayan duygusal gücü babamdan aldım. Ben hayatta kaldım lakin ne eyvah ancak onu kaybettim. Sizce de ironik, yok mi? Benim kurtulmam ve babamın kanserden ölmesi.
Ölüm raporunda kalp krizi yazıyor lakin ben böylece olduğuna inanmıyorum. Kanser, geri döndüğünde onu benden daha çok hırpaladı. Annem, hayatı boyunca hastalıklarla baş edememişti; bu yüzden bana bakma görevi babama kaldı. Kemoterapiden kurtulmamı babam sağladı, doktorlarla o tartıştı, en iyi tedavileri almam için o didinip durdu, yaşama isteğimi o canlandırdı. Ve ben yaşama tutunma çabasının yarattığı çaresizlikle yitip bu vesileyle, babamın iyileşmem için ödediği bedeli ayrım edemedim. Hastalığım artık iyileşmeye başlarken kalbi babamı aniden yüzüstü bıraktı.
O öldükten sonra hayatımın geri kalanıyla ilgili bir seçim gerçekleştirmek zorunda olduğumu fark ettim. Yapacağım seçimle babamı onurlandırmak istiyordum, bu da bir takım riskleri göze almamı gerektiriyordu. Ben, Lydia Anne Hoffman, dünyada iz bırakmaya kararlıydım. Hemen geçmişe bakınca o zamanlar çok dramatik duygular içinde olduğumu fark ediyorum, fakat bir yıl önce doğrusu de o durumdaydım. Hemen bunları okurken hayatımı değiştiren büyük bir şey yapıp yapmadığımı soruyor olabilirsiniz.
Seattle’deki Blossom Sokağı’nda bir tuhafiye dükkânı açtım. Bu, yetişkinlik için dünyayı yerinden sarsan bir gelişme olmayabilir fakat ben, gökte tek bir bulut yokken gemisini inşa etmeye başlayan Nuh gibi bir inancın peşinden gittim. Büyüklerimden kalan mirası son kuruşuna kadar işyerimi açmak için riske attım. Birkaç haftadan pozitif bir işte çalışmamış ben, bunu yaptım. Ayrıca de paradan, gelir gider tablosundan veya meslek planlamasından anlamayan ben. Elimdeki avucumdaki her şeyi en iyi bildiğim şeye, iplere ve örgücülere yatırdım.
Doğal olarak birkaç sorunla karşılaştım. O zamanlar Blossom Sokağı büyük çaplı bir değişimden geçiyordu. Yapılacak işlerden sorumluluk sahibi mimarın eşi, Jacqueline Donovan açtığım birincil örgü kursuna katılan kadınlardan biriydi. Kurs sayesinde birincil üç öğrencim; Jacqueline, Carol ve Alix, en yakın dostlarım oldu. Geçen yaz, Bir Yumak Mutluluk’u açtığım sıralarda cadde trafiğe kapalıydı. Dükkânıma uğramak isteyen cümbür cemaat etraftaki toz ve gürültüye dayanmak zorunda kalıyordu. Bu karmaşanın ve rahatsız edici durumun hevesimi kırmasına müsaade etmedim; şansıma müşterilerim de beni yalnız bırakmadı. Çünkü bu işin altından kalkabileceğime inanmıştım.
Ailemden de herhangi bir yardım almadım. Sevgili annem bana cesaret vermeye çalışıyordu ama daha fazla babamı kaybetmenin verdiği hüzünle boğuşuyordu. Hâlâ da öyle. Birçok günler üzüntü ve yas batmış sislerin arasında çaresizce dolanmaya devam ediyor. O zamanlar ona planımdan bahsedince beni vazgeçirmeye çalışmadı fakat bana çok da takviye olmadı açık konuşmak gerekirse. Hatalı hatırlamıyorsam, “Tabii, canım kızım, doğrunun bu olduğunu düşünüyorsan yap,” demişti. Bu, annemden duymayı bekleyebileceğim en umut doymuş sözdü.
Ablam Margaret ise beni kederli sözleriyle boğmaktan hiç geri kalmadı. Dükkânımı açtığım gün korkunç kehanetlerle yanıma geldi. Bana ekonominin berbat halde olduğunu, insanların hiç para harcamadığını, altı hafta bile dayanırsam kendimi şanslı saymam gerektiğini söyledi. Onun moral bozucu sözlerini on dakika dinledikten sonradan kira kontratını yırtıp kapılarımı kapatacak hale geldim, fakat sonradan daha ilk günüm olduğunu ve en azından bir yumak ip satmam gerektiğini hatırlattım kendime.
Sizlerin de tahmin edebileceği gibi Margaret’le çok kompleks bir ilişkim var. Beni yanlış anlamayın, ablamı seviyorum. Kansere yakalanana değin ara sıra tartışan, ara sıra de birlikte zaman geçiren öteki kardeşler gibiydik. Bana beyin kanseri tanısı konduktan sonra da çok iyi davranmıştı. Hastaneye götürmem için bana oyuncak ayı armağan ettiğini hatırlıyorum. O armağan eğer, Whiskers bulup parçalamadıysa, hâlâ bir yerlerde duruyor olmalı. sırası gelmişken, Whiskers benim bulduğu her şeyi parçalamaya çalışan kedimin adı.
Margaret’in tavırları, ben ikinci kere kanserle yüzleşmek zorunda kalınca değişti esas. Ablam, hastalanmayı ben istemişim, başıma böyle korkunç bir tasa açacak değin ilgiye muhtaçmışım gibi davranmaya başladı. Tek başıma ayakta kalmak için önemli adımlar atmaya çalıştığım günlerde bana yardım olacağını ummuştum. Ama ablam bütün tersine beni yıldırmaya çalıştı. Fakat zamanla işler değişti ve çabalarımın baştan sona onu kazanmayı başardım.
Margaret, nasıl söylesem, fazla sıcakkanlı ve girişken biri yok. Ablamın beni ne kadar fazla sevdiğini, Bir Yumak Mutluluk’u açtıktan birkaç ay daha sonra üçüncü kez kanser tehlikesi atlatana dek fark etmemiştim. Dr. Wilson o bilinen olduğum, ürkütücü tahlillerin yapılmasını istemiş, o anda korku kelimesiyle bile betimleme edilemeyecek duygular hissetmiştim. Tüm dünyam aniden dondurulmuştu sanki. Bir kez daha benzer şeylere katlanabileceğimi düşünmüyordum açıkçası. Kansere yeniden yakalanınca tedaviyi elbette reddedeceğime çoktan karar vermiştim. Ölmeyi istemiyordum ama ölmekten de korkmuyordum artık.
Ne olacaksa olsun şeklindeki tavrım, kaderime boyun eğmemi kabullenmeyen Margaret’i rahatsız ediyordu. Ölümden bahsedilmesi, çoğu insanın olduğu gibi onun da huzurunu kaçırıyordu ama benim gibi ölümün kıyısında yaşayan biri için bunun ışıkların kapanmasından bir farkı yoktu. Ölmeyi dört gözle beklemiyordum ama korkmuyordum da. Fazla şükür, deneme sonuçları olumlu çıktı ve tuhafiyemle birlikte ben de gün geçtikçe canlanmaya başladım. Ablamın beni ne dek çok sevdiğini o günlerde fark ettiğim için sizlere bunları acilen anlatıyorum. Çünkü son on yedi sene boyunca ağladığına iki kere şahitlik ettim: Babamın ölüm haberini aldığında ve Dr. Wilson sağlıklı olduğumu söylediğinde.
İşimin başına tam anlamıyla döner dönmez Margaret beni yeniden Brad Goetz’le görüşmeye zorladı. Dükkânıma kargo getiren ve Brad’la geçen yıl görüşmeye başlamıştım. Eşinden bölünmüş, sekiz yaşındaki oğlu Cody’nin velayetini üzerine almıştı. Yakışıklı olduğu söylesem sanırım ona adaletsizlik etmiş olurum; çünkü adam gerçekten de fazla çekici. Bu yüzden tartma arabasının üzerindeki birkaç kutu iple dükkânıma ilk geldiğinde salyalarımın çeneme akmaması için kendimi güç tutmuştum. Ondan böylece fazla etkilenmiştim fakat, uzattığı dosyaya çeper kuvvet imza atabilmiştim. Bana üç defa çıkma teklif etmiş, en sonunda dıştan bir şeyler içmeyi kabul etmiştim. Bayan erkek ilişkilerindeki tecrübesizliğimden dolayı. Brad ile birlikte olmanın altından kalkamayacağımı düşünüyordum. Margaret beni sıkıştırmasa ona evet deme cesaretini hayatta gösteremezdim.
Bir Yumak Mutluluk’un hayatımın kanıtı olduğunu hep söylemişimdir ama ablama tarafından ben yaşamaktan korkan biriydim. Yaşamaktan; dükkânımın içinde kurduğum küçük, rahat dünyanın dışına adım atmaktan korkuyormuşum. Haklıydı, bunu biliyorum lakin yine de ona direndim. Çünkü babam ve doktorumun haricinde bir erkeğin yanına zaman geçirmeyeli yıllar olmuştu. Ama Margaret hiçbir mazeretimi dikkate almadı. Kısa vakit sonra Brad’le birlikte bir şeyler içtik, sonradan da akşamları yemeğe çıktık, Cody’yle pikniklere gittik, oyunlar oynadık. Brad’i de yeğenlerim Julia ve Hailey değin sever oldum.
Şu günlerde Brad’le sık sık görüşüyorum. Bitmiş kansere yakalanacağımdan korkunca onu kendimden uzaklaştırmıştım lakin Margaret’in de sıkça dile getirdiği gibi, hata yapmıştım. Her şeye karşın Brad beni affetti ve ilişkimize kaldığımız yerden devam ettik. Şimdi temkinli davranıyoruz. Tamam, işleri ağırdan almayı düşünen kişi benim lakin Brad’in de buna bir itirazı değil. Eski eşi onu “kendisini bulmaya” ihtiyacı olduğunu söyleyerek terk edip gidince canı yanmış bir kere. Hem Cody’ye de düşünmemiz gerekiyor. Babasıyla aralarında fazla hoş bir ilişki var ve beni her ne kadar sevse de babayla oğul arasındaki özel ilişkiyi bozmaya niyetim değil. Şu belli başlı kadar her şey yolunda gitti, artık gelecekle ilgili daha sık konuşmaya başladık. Brad ile Cody onlar olmadan günlerimi geçiremeyeceğim kadar fazla hayatımın içindeler bundan böyle.
Birazcık zaman almış olsa da sonunda Margaret dükkânımı sevmeye başladı. Pürüzlü bir açılış yaptıktan sonra bana inançlı biri olduğunu gösterdi. Doğrusu de artık benimle birlikte çalışıyor. Evet, doğru söylüyorum; ikimiz tabi yana çalışıyoruz ve kendimce bunun bir mucizeden farkı yok. nadiren aramız limonsu oluyor lakin bir şekilde birbirimizi yöneticilik ediyoruz. Benimle birlikte olmasına cidden çok seviniyorum.
Daha fazla kendimi kaptırmadan sizlere dükkânımdan dile getirmek istiyorum. Bu dükkânı ilk gördüğümde bir şeyler elde etmemi sağlayacağını anladım. İnşaat keşmekeşine, geçici aksaklıklara ve semt sakinlerinin aralıksız değişmesine karşın bir yer olduğunu ayrım ettim. Daha içeri adım atmadan kontratı imzalamaya hazırdım. Sokağa bakan büyük vitrin çok hoşuma gitti. Whiskers orada yumakların ve çilelerin arasına kıvrılıp uyumaya başladı. Önündeki saksıları görünce derhal babamın ilk bisiklet dükkânını hatırlamıştım. Sanki babam atıldığım bu macerayı onaylıyordu. Renkli fakat tozla buruşuk astarlı tenteyi de görünce son kararımı verdim. Bu eski moda küçük dükkânın düş ettiğim iç ısıtıcı yere dönüşeceğini biliyordum ve haklı çıktım.
Blossom Sokağı’ndaki inşaat çalışmaları yaklaşık olarak en ince ayrıntısına kadar bitti. Bankaya ait yapı epey pahalı dairelere, yanındaki film dükkânı da “Fransız Kafesine” çevrildi. Birincil örgü kursuma katılan ve o sıralar filmcide çalışan Alix Townsend de benzer yerde pasta ustası olarak çalışmaya başladı. Ne eyvah oysa sokağın altında tarafındaki Annie’nin Kafesi kapandı lakin bence o dükkân da kısa sürede dolacak. Ne de olsa bundan böyle fazla işlek bir mahallemiz var.
Margaret içeri girerken kapımın üzerindeki ufak çan çaldı. Haziran ayının birincil salı günüydü ve hava çok güzeldi. Yaz, Pacific Northwest bölgesine her an varabilirdi.
Büro olarak kullandığım arka taraftaki odada duran küçük kahve makinesinin yanından dönerken, “Günaydın,” diyerek ablamı karşıladım.
Bana hemencecik cevap vermedi, ağzını açtığında da bir şeyler söylemekten çok lafı ağzında geveledi. Ablamı ve ruh halini bildiğim için her şeyi zamana bırakmaya karar verdim. Kızlarından biriyle veya kocasıyla tartışmışsa eninde sonunda bana olanları anlatacaktı.
Margaret arka odaya geçip çantasını kapatırken, “Kahve hazır,” dedim.
Ablam hiçbir şey söylemeden yeni yıkanmış fincanlardan birine uzanıp kendisine kahve doldurmaya başladı. Kahve fincandan taşmış ocağa dökülüyordu fakat o bunu ayrım etmedi.
En sonunda daha fazla dayanamayıp moralinin düzelmesini beklemekten vazgeçtim. “Neyin var?” diye sordum. Sabırsız olduğumu kabul ediyorum ama son zamanlarda işe hep yüzü asık gelmeye başladı.
Benimle göz göze gelince gülümsemeye çalıştım. “Yok bir şey… Özür dilerim. Günlerden pazartesiymiş gibi geldi pek.”
Dükkân pazartesileri kapalı olduğu için salı günü işbaşı yapıyorduk. Kaşlarımı çatıp ana sorunun ne olduğunu anlamaya çalıştım. Bomboş bir yüz ifadesiyle duruyor, bana hiçbir şey anlatmıyordu.
Ablam geniş omuzlu, siyah saçlı, çok muhabere bir…

Romantik romanların büyük ustası Debbie Macomber kitapseverlere Bir Yumak Sevinç adlı romanı ile tekrar bir hayat hikayesi sunuyor.

Her gün benzer şeyleri yapmaktan sıkılan, hayatlarında her günü benzer şekilde yaşamaktan diğer amacı olmayan insanlara her günün yeni bir mucize olduğunu ve hayalleri için mevcut hayatlarından kopmaları gerektiğini öğreten bu güzel roman herkese hoş bir hayat dersi sunuyor.

Debbie Macomber bunu Bir Yumak Mutluluk kitabından şu cümle ile fazla güzel anlatıyor. "Doğduğumuz andan itibaren hepimize birer yumak iplik veriliyor; bundan mutluluğun desenlerini örmek ise bizim elimizde…". Siz de mevcut hayatınızdan keyif alamıyorsanız bu kitabı mutlaka okumalısınız. Kaybedecek bir şeyiniz değil lakin kazanacak çok şeyiniz olabilir…

Bu kitap Lydia Hoffman adlı iki kez kanserle savaşmış ve sonucunda başarılı bir şekilde kanseri yenmiş olan bir kadının hayatıyla başlıyor.

Lydia yirmili yaşlarının sonuna gelmiş yalnız yaşayan bir bayandır. Lydia kanser tedavisi görürken hastanedeki arkadaşlarından örgü örmeyi öğreniyor ve hayatının bir parçası örgü örmek oluyor. Kanserle savaşırken, arasında tekrar tekrar soğukluk bulunan ablası Margaret' le de bakımlı bir bono kuruyor. Babası bir uçtan bir uca de kanseri yeniyor lakin babasının kalbi kızının çektiği acılara dayanamıyor ve yaşamı son buluyor.

Lydia hayatına birazcık daha örgüyü katabilmek ve ölmüş babasının onunla gurur duymasını istediği için tüm mülk varlığını satıp bir iplikçi dükkanı açıyor. Adını 'bir yumak mutluluk' koyduğu dükkanında ablası Margaret'le birlikte çalışan Lydia dükkanda sürekli örgü kursları açarak yeni yeni dostluklar kuruyor. Kanserle savaşırkende üzülerek bıraktığı sevgilisi Brad ile de baştan bir ilişkiye başlıyor. Brad ona defalarca destek olurken bıraktığı için Lydia 'yaya kızsada onu sevdiği için affediyor. Lydia Brad'in sekiz yaşındaki oğlu Cody ile de fazla hoş bir ilişki kuruyor.

Bölüm birim yazılı bu kitapta Lydia'nın kursiyerlerinden olan üç bayanında hayatlarına yer veriliyor. Bunlardan ilki 17 yaşında olan, anneannesiyle yaşayan ve lise sona giden Courtney Pulanski. İkincisi 30’lu yaşlarının sonuna gelmiş iki çocuklu ve kocası tarafından aldatılan Bethanne Hamlın. Üçünsü ise 65 yaşında olan emeklilik parasını iki yüzlü bir müteahhite kaptıran Elise Beaumont.

Lydia birincil kursunu açtığında gelen üç kursiyerin birbirleri ile olan ilişkisini aralarında kurdukları çok beğendiği için ikinci kursunu açıyor. Bu defa çorap kursu vermeyi planlayan Lydia gelen üç öğrencisinin de birbirlerinden oldukça ayrı olduğunu görünce fazla fazla ümitsizliğe düşüyor. Çünkü elise epeyce sert görünüşlü ve gruba başat almak isteyen bir karaktere sahipken, Courtney fazlasıyla hassas ve sessiz, Bethanne ise kalbi oldukça kırık kendine güveni olmayan bir bayandır.

Kursun ilk gününde Lydia' nın korkutuğu başına gelir ve üç kursiyeri birbirleriyle tartışırlar. Bethanne kursu adamak ve kursa ödediği parayı almak ister. Bunun olası olmadığını anlayınca diğer hafta kursa geldiğinde arkadaşlarında özür diler. Benzer şekilde Sinirli olduğunu belirterek Elise’den özür diler ve artık daha ılımlı olarak kursa devam ederler.

Üç bayanında hayatları yavaş yavaş düzene girmeye başlar. Elise'nin kumarbaz olan eski eşi bitmiş döner ve Elise'ye kendini affettirmek için her şeyi yapar. Elise ona hala fazla aşık olduğu için ona Marvick'e fazla karşı koymaz.

Courtney, Bethanne'nin kızı Annie ile sıcak bir dostluk kurar ve annesinin ölümünden sonra aldığı kiloları geri verdikçe kendine olan güveni artar. bu vesileyle da Bethanne'nin oğlu Andrew'e de platonik bir aşk besler.

Bethanne eski kocası ona aldattığı bayanla evlendikten daha sonra hayatını değiştirmeye karar verip iş aramaya başlar. Elise doğru doğum günü partileri düzenleme işi bulur ve Paul adında bir beyle arkadaşlık kurar. Paul eşinin onu aldattığı bayanın eski eşidir ve Bethanne'den küçüktür. Bethanne aralarında yalnızca dostane ilişki bulunmasını tercih eder ve Paul'un sevgili olma teklifini kabul etmez.

Kursiyerlerinin hayatı düzene girerken Lydia'nın hayatı Brad'in onu bırakmasıyla çekilmez bir hal alır. Lydia haftada 3 gün kendine kargo bırakan Brad'i gördükçe onu hiç unutamaz. Margeret'in ise kocasını işten çıkardıklarından beri yüzünde daima umutsuz bir ifade kalmıştır. Lydia kredi çekip onun evine icra gelmesini engellemiş olsa da durumları hala kötüdür.

Kurs artık bitmiştir fakat kurulan dostluklar baki kalmıştır. Margeret'in ve Lydia'nın hayatı da bundan böyle düzene girmiştir. Lydia çorap kursundan daha sonra bir fazla kurs açmaş olsada eski kursiyerlerini ve yaşananları katiyen unutmayacaktır.

Biraz aşk, birazcık arkadaşlık, azıcık hayal kırıklığı lakin her şeyin hayattan bir tutam olarak anlatıldığı bu kitap gerçekten çok akıcı herkese tavsiyemdir.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder