17 Eylül 2016 Cumartesi

Kırmızı Saçlı Kadın


Kırmızı Saçlı Bayan Kitabı Hakkında Genel Bilgi
1952 İstanbul doğumlu Nobel Edebiyat ödülü sahibi yazarın son kitabı YKY’dan Şubat 2016’da çıkmıştır. Kitabın en sonunda yazdığına tarafından Ocak – Aralık 2015 tarihleri arasında yazılmıştır. Çıktığı ilk günden itibaren edebiyat dünyasına bomba gibi düşmüş bir çok tartışmaya da konu olmuştur.

Kırmızı Saçlı Bayan Kitabının Konusu
Kitap 3 bölümden oluşmaktadır. Birinci bölümde başlıca karakterimiz Cem’in çocukluğu anlatılır. Babasının onları terk edişi ve Cem’in çalışmak zorunda kalışı, kuyu ustası Mahmut Usta ile tanışması ve onun yanında Öngören’de (hayali bir yer) bir inşaat için kuyu açma zamanı ve ilk aşık olduğu kadını yani Kırmızı Saçlı Kadını anlatılır.

İkinci bölümde Cem artık büyümüştür. Üniversite açık fikirli, çok başarılı olmuş ve yerbilim mühendisi çıkmıştır. Bu bölümde, evliliğini ve işlerini büyütmesini, ülke ve dünya çapında inşaat sektöründe gelişmesini, geçmişinin hiç beklenmedik bir zamanda karşısına çıkıp bütün hayatını başaşağı etmesini ve Cem’in acı akıbetini anlatılır.

Üçüncü bölümü de ise, birincil iki bölümdeki anlatıcı, Cem, değişir; Kırmızı Saçlı Kadın olur. Onun ağzından fiilen ne olduğunu, görünenin arkasından neler döndüğünü, Cem’in ve kendisinin nasıl bu hale geldiklerini okuyacağız.

Kırmızı Saçlı Bayan Kitabının Özeti
Cem gerçekten bir yazar elde etmek istiyordu çocukluğundan beri. Bunda babasının payı büyüktü şüphesiz. Babası sol görüşlü, cezaevinde yatmış, işkence görmüş birisiydi. Cem çocukluğundan beri onun gözüne girmek, kendisiyle kibir duymasını temin etmek istiyordu. Hatta büyüdüğünde bile “babam bunu bilse/görse ne derdi acaba?” diye kendisine defalarca sormuştur.

Cem çok kitap okurdu. Bu yüzden de yazar olmayı istiyordu birazcık. Cağaloğlu’nda bir kitapçıda çalışıyordu küçükken, orada da bir fazla kitap okuma şansı oluyordu ve kitapçının sahibi Deniz abisi de ondan yazan olacağına dair fazla umutluydu. Ama bir süre daha sonra Cem’in babasının daha önce de ortadan kaybolduğu gibi, ortadan kaybolacağı tuttu. Onları terketmişti babası. Bir zaman sonra da gelmeyeceğini anladılar zaten annesiyle. Annesinin babasına aleyhinde diğer bir öfkesi vardı. Geçmişten gelen. Cem bunun nedenini sonradan öğrenecekti.

Artık Cem’in çalışması gerekiyordu. Kitapçıda aldığı para üniversite sınavı için dersane ücretini biriktirmeye yetmeyecekti. Bu yüzden bir tanıdıklarının bahçesine bekçi olarak gitti Cem. Kitapçıya tarafından daha fazla para kazanıyordu. Aynı anda bekçilik yaptığı tarlanın yakınlarında bir kuyu açılım işlemi oluyordu. Bu meslek Cem’in ilgisini fazla çekti. Artık her fırsatta kuyu çalışmasını izliyordu. Orada tanıştı kaderini değiştirecek Mahmut ustası ile. bununla birlikte Cem de Mahmut ustasının kaderini değiştirdi.
Bir vakit sonra annesini zar kuvvet ikna ederek, kuyuya inmeyeceğine dair yeminler vererek Öngören’e bir inşaat için kuyu açmaya gitti Mahmut ustası ile. Mahmut ustasını babasının yerine koydu. Babası değin sevdi, hürmet ve hayranlık besledi. Mahmut sanatçı da kendi babasının onun ustası olduğunu anlatır, Cem’in de onun oğlu gibi olduğunu, onun da sonradan kendisi gibi sanatkâr olacağını söylerdi. Mahmut usta da Cem’i olmayan oğlu yerine koyar böylece severdi. Her gece hikayeler anlatır böylece uyurlardı. sonradan Cem bu hikayeleri hiç unutmayacak ve çıkış noktalarını araştıracaktı.

Böyle hikaye anlatılan bir gecede kuyudan su çıkmadığı ve ustanın moralinin bozuk olduğu bir gecede, Cem’den bir hikaye anlatmasını istemişti Mahmut sanatkâr. Cem de kendisinin de ustası değin akıllı olduğunu kanıtlamak istercesine Kral Oidipus efsanesini anlattı. Babasını yanlışlıkla öldürüp annesi ile evlenip kral olan Oidipus.. Mahmut ustanın bu ahlaksız hikaye hoşuna gitmemişti. O da kadere inanırdı ama bu tarz efsanelere kızardı. Cem’e de kızmıştı.

Öngören’de geçirdiği zamanlarda tanıştı Kırmızı Saçlı Bayan, Gülcihan hanımla. Kasabadaki çadır tiyatrosunda oyuncuydu. Cümbür Cemaat ona aşık, hayrandı. Kendisi de son derece gösterişli, ilgi çekmeyi bilen ve alaka çekmeyi seven bir kadındı. Ustası tiyatro gibi dünyevi şeyleri sevmezdi hiç fakat Cem kasabaya indikleri zaman gizli gizli Gülcihan’ı görmeye giderdi. Bir keresinde tiyatroya da girebilmişti. Ve hayatını değiştirecek saatleri yaşadı. Gülcihan da Cem’e alaka gösterdi. Onunla konuştu, zaman geçirdiler ve onu evine gösteri etti. Gülcihan evli idi. Benzer çadır tiyatrosunda çalışan eşi o gece şehir halkı haricen olacaktı. Cem’i rahatça evine davet edebilirdi. O gece fazla alkol almasının da etkisi ile Cem’le Kırmızı Saçlı Bayan seviştiler. Sabahleyin saatlerine içten aşk sarhoşluğu ile Cem kuyularının başına ustasının yanına gitmeye çalıştı. Ustası bir şeyler olduğunu anlamıştı fakat o gece bir şey demedi. Ertesi gün kuyu kazmaya devam ettiler. Arsanın sahibi, iyi adamdı fakat haklı olarak öngörülen zamanda su çıkmayınca ödeme yapmayacağını belirtmişti. Çünkü Mahmut ressam kuyuyu kazdıkları yerde fazla ısrar etmişti. Sezgilerine aşırı derecede güvenirdi. Eğer sonradan bu kuyudan su çıkarsa patron ödemelerini yapacaktı fakat o zamana dek ödeme yoktu. Mahmut artist bu duruma çok üzülmüştü. En çok kendisinin haksız çıkmasına. Bu sebeple son günlerde daha asabi, Cem’i azarlayan tavırla ve daha çok çalışıyorlardı. Cem de artık daha artı dayanamayacağını ve gitmek istediğini söyledi ustasına. O sıralarda aşık oldu işte Cem ve bir süre daha kalmak istedi Öngören'de.

Bundan Böyle Mahmut ustanın da Cem’in de sabrı taşmak üzereydi. Ilk kere o gün kuyuya indi Cem. Ve çok derinde olan kuyuda korkarak çıkan kumları toprakları kovaya dolduruyor ustası da üstten çekiyordu. daha sonra yukarı çıktı fazla korkmuş bir şekilde. Ustası indi aşağıya. Zaten takâtsizlik, aşk sarhoşluğu ve brülör güneşin de etkisi ile Cem uyuklamaya, güçsüzleşmeye başladı. Ustası ona “Kuyucu çırağının akılsızı aşağıdakini sakat bırakır; dikkatsizi de öldürür.” Derdi. Bu sefer Cem dikkatini ve gücünü toparlayamadı, manâsız kovayı aşağıya indirmek için uğraşırken düşürdü, ustasına da seslenmeye vakit kalmadan kova Mahmut ustaya çarparak onu yaraladı olur ya de ölümcül bir zarar verdi. Cem o lahza ne yapacağını şaşırdı. Aşağıya inemezdi. Ustasından da ses çıkmıyordu. Kasabaya inip destek getirmeye koştu lakin kimseyi bulamadı. Kırmızı Saçlı Bayan da yoktu. Sonra aynı nefret ve pişmanlıkla kuyularının başına çıkı. Ustasından hala ses yoktu. Ölmüş olabileceğini düşündü. O lahza sadece kaçmak istedi. Ve birincil İstanbul trenine atlayıp kaçarcasına uzaklaştı. Ustasını kuyuda öylece bıraktı. Tıpatıp babasının onu bırakması gibi o da babası yerine koyduğu ustasını bıraktı.

İkinci bölümde Cem bundan böyle başarılı bir üniversite öğrencisidir. Tekrar çok okur, araştırır. Yazar olmaktan da vazgeçmiştir annesinin istememesi üstüne. Jeoloji mühendisliğini kazanır. Geleceğini garantiye almıştır. O sıralarda bir tanıdıklarının kızı ile flört eder ve bu kızla, Ayşe ile evlenir. Öngören’de bıraktığı ustasını, aşık olduğu kadını yıllar boyunca unutmak için kendine bir yol bulmuştur; Yokmuş gibi yerine getirmek. ”Dünya güzeldi, içim de hoş olsun istedim. İçimde bir suçluluk, hatta kötülük yokmuş gibi yaparsam, yavaş yavaş kötülüğü unuturdum. Bu Nedenle hiçbir şey olmamış gibi yapmaya başladım. Hiçbir şey olmamış gibi yaparsanız ve aslında de hiçbir şey olmuyorsa, hiçbir şey olmaz sonuçta” diyerek yıllar baştan başa buna inanmış ve sonunda hiçbir şeyin olmadığını görmüştü. Ayşe ile de evlenmişti. Mutlu bir yuvası diğer arkadaşlarına tarafından daha garanti bir işi vardı. Tek sorunları çocukları olmuyordu. Cem ve eşi Ayşe de hekim hekim gezip çocuklarının olamamasına çözüm aradılar ama bulamadılar. Onlar da en sonunda keza çok yoruldukları ve keza de çok kırıldıkları için çare araştırmaktan vazgeçtiler. Cem “Sührap” ismiyle bir emlak, inşaat firması kurdu. Bu işyeri bundan böyle onların oğulları idi. Sührap ismini de Kral Oidipus gibi takıntı haline getirdiği Firdevsi’nin Şeyhname eserinde olan “Rüstem ve Sührap” efsanesinden esinlenerek koydular. Cem ve Ayşe birlikte gezer, müzeleri araştırıp bulur, nadir ve nadide eserleri inceler, Oidipus ve Rüstem ile Sührap’ın izini sürerlerdi. Ayşe de kocasının bu iki efsaneye neden bu değin takıntılı olduğunu bilmiyordu ama onu bu heyecanında yalnız bırakmak istemedi. Çocukları olmadığı için tüm zamanlarını Sührap’ı ve büyütmek için uğraşıyorlardı. bu vesileyle da yurtdışına çıktıkları vakit özellikle müzelere gidip bu iki efsanenin tasvirlerini inceliyorlar ve Cem’e unutmak istediği şeyleri hatırlatsa da bu araştırmalardan koskocoman bir şımartma alıyorlardı. Evlilikleri ve birbirlerine olan sevgileri hiç azalmıyor tersine artıyordu Cem ile Ayşe’nin. Sührap da ülke dışına kadar çıkıp yurtdışında da iş yapıyordu. İstanbul’da 3 tane şubeleri olmuştu. Sührap büyüdükçe Cem bu mal varlığını bırakabileceği bir çocuğunun olmamasına üzülüyordu. Kendileri son derece lüks içinde yaşarken bir çocuk eksikliğini çok çekiyorlardı. O sıralar Öngören'de de inşaat ve emlak sektörü hareketleniyordu ve Cem'e de oraya yatırım yapmalarını öğütlüyorlardı arkadaşları.

Bu zamanlarda babası Cem ve Ayşe’yi akşam yemeğine misafir etme etti. Uzun bir aradan daha sonra yeniden babasını görüyordu. Yeni evlendiği kadınla birlikte eski bir evde oturuyorlardı. Cem babasına hala hayran olduğunu anladı. Onun gözüne girebilmek için neler yaptığını hatırladı. O gece hanımlar bambaşka yerde babası ve Cem bambaşka yerde konuştular. Annesinin nasıl olduğunu sordu. Annesi iyiydi. İstanbul açık havada bir konut almışlardı ona. Haftasonları gidiyorlardı. Babası sevindi.

O geceki yemekten kısa bir vakit daha sonra babası vefat etti Cem’in. Cenaze töreninde hayatının kırılma noktasını yaşayacağı bir tanışma gerçekleşti. Orada kendisini iyi tanıyan lakin Cem’in hiç tanımadığı birisi ile karşılaştı. Cem’e aleyhinde gayet iyi kalpli, babacan ve güven önerme eder bir şekilde yaklaşıyordu. Cenazeden sonra bir pastanede buluştular. Adamın bir derdi vardı. Sührap Öngören’deki büyümeye daha pozitif uzakta kalamamıştı. Cem’in eski korkuları ve kırıklıkları depreşse de orada da yatırım yapmaya karar verdiler şirket olarak. Arsa alıp inşaat yapacaklardı.

İşte bu adam Sührap’ın alacağı arsanın sahibiydi ve ona diğer arsalara bahşedilen paradan daha az para veriyorlardı. Bu haksızlığın düzeltilmesini istemişti adam. Bu konuda güvence verince Cem, kendisini nereden tanıdığını sordu adama. Adam da çadır tiyatrosunun oyuncularının kaldığı evin sahibi olduğunu, Mahmut ressam vasıtası ile tanıdığını anlattı. Yani pencereden Kırmızı Saçlı Kadını bakmak ümidi ile adeta her gece önünde durduğu evin sahibiydi karşısındaki adam. Fakat derhal o bina harap yerine alışveriş merkezi yapılmıştı. Kırmızı Saçlı Kadın’ın da bir sol ve örgüt geçmişi vardı. Bu adamın da sol hareketlere katılmışlığı vardı. Oradan tanışırlardı ve kasabalarına geldiklerinde kendi evini kiralardı onlara.

Cem adamdan Mahmut ustanın öldüğünü de öğrendi. Kuyuda geçirdiği kaza sonucu omzunu kırdığı lakin gerçi çalıştığını, sonunda suyu bulduğunu da söyledi. Ondan sonradan Öngören’de çok sevilmiş Mahmut sanatkâr ve çoğu işyeri kuyularını ona açtırmış, o da Öngören’e sabit. bir de dul ve bir çocuklu bir kadınla evlenmişti.

Adamdan babasını nereden tanıdığını anlatmasını istedi Cem. Sol örgütlerde tanışmıştı babası ile de. Çok hürmet duyuyordu ona. Fazla yurtsever, korkusuz, idealist olduğunu anlatmıştı Cem’e. Fakat örgütleri fazla sıkı kurallara emrindeki idi. Ve babasına da bir kötüleme atılınca örgütünden çıkmak zorunda kaldı. O zamanlar kumral olan Gülcihan hanım yani nam-ı öteki Kırmızı Saçlı Bayan da benzer örgütte idi. Cem’in babası ile büyük bir aşk yaşıyorlardı. Bayan fazla güzeldi. Bu yüzden örgütün tepelerinde olan diğer birisi de aşıktı kadına. Bir şekilde babasını örgütten uzaklaştırmışlardı. Kadınla da örgütün tepesindeki adam evlenmişti. Ama Cem’in babası ile kadın aşklarını hiç unutmamışlardı. Hatta Cem, adam konuşurken babasının ara sıra kayıplara karışmasının ve bir zaman daha sonra geri dönmesinin sebebini de anlamıştı. Kırmızı Saçlı Kadın’a gidiyordu. Saklı saklı eski aşklarını yaşıyorlardı. Ve babası geri dönüyordu. Annesinin öfkesini de anlamıştı bundan böyle. Ve kaderin nasıl işlediğini, kendisinin de aynı kadına nasıl aşık olduğunu düşündü.

Artık tüm korkularını yenip Öngören’e gitmek istiyordu. Orada Gülcihan’ın izini bulmak istiyordu. O sıralar fena bir reklam çalışması sonucu bir çok tepki almışlardı. İtibarları ve güvenilirlikleri zedelenmişti. Öngören’den de tepkiler yağıyordu. Reklam filminde karısı ile çağdaş, Avrupai görüntüsü yüzünden Öngören haklı burada geçirdiği zamanları unuttuğunu, bundan böyle zengin ve lükse alışmış bir insana dönüştüğünü düşünüyordu. Oradaki imajını da düzeltmesi gerekiyordu. Her gün tepki mesajları, postaları alıyordu. Bu postaların içinde bir adam başına çok ilginçti. “Enver” isimli birisinden “seni oğlun olarak ihtar etmek istiyorum, babamsın…” gibi şeyler yazan bir posta gelmişti. Çözümlemek üzere avukatlarına verdi bilgileri. Yazının sonunda mail adresi de vardı fakat Cem mail yazmadı. Hiçbir tepki vermedi bu postaya. Avukatının edindiği bilgiye göre Enver Cem’in öz oğlu olabilirdi. Nitekim de yapılan DNA testleri sonucu Enver oğluydu. Lakin o babasını görmeyi hiç istemiyordu.

Cem’in eşi bundan böyle Öngören’deki geçmişini ve bir oğlu olduğunu biliyordu. Kalbi kırıktı. Ondan neden gizlediğini merak ediyordu. Ve Öngörene gitmesini istemiyordu. Cem de gitmeyeceğine dair yalan söyledi. Lakin el altından, çocukluğundaki gibi trenle Öngören’e gitti. Orada yemekli bir davet hazırlayacak, halka kendini sevdirecek ve kötü imajını düzeltecekti.

Yemekte Gülcihan hanımla karşılaştı. Uyarı çekmemek için bir köşede konuştular. Oğlu gelmemişti yemeğe. Bayan yeniden benzer güzellikte, bakımda ve işvedeydi. Gecenin ilerleyen saatlerinde Gülcihan hanımın tanıştırdığı Serhat isminde bir genç ile kuyularının başına gitmek istedi. Serhat ona yol gösterdi. Kuyularının oraya geldiklerinde Serhat bir süre gözden kayboldu. O sıra eşi aradı Cem’in. Öngören’e gittiğini biliyordu. Ve Serhat’ın aslında oğlu Enver olduğunu ve onu öldüreceğini söyledi. Cem buna inanmadı ve Serhat ile kuyuya içten ilerlediler. Kuyunun başına gelip konuşmaya başladıklarında Serhat’ın gerçekte de oğlu Enver olduğunu anladı. Onunla konuşmak için böyle bir oyun yapmışlardı annesi ile birlikte. Enver haklı olarak Cem’den hesap soruyordu. Mektubunu niçin cevapsız bırakmıştı? Neden onu hiç aramamıştı. Bir baba oğlunu nasıl bırakırdı? Kendisinin de yetim büyüdüğünü söyleyen Cem, oğlu ile yakınlaşmak istedi. Hitabe azıcık gerginleşince dehşet ile Öngören’e gitmeden önce cebine koyduğu ruhsatlı tabancasını çıkarıp Enver’e nişan aldı. Enver’den bir tehdit sezmişti. Kendisini öldüreceğini düşünüyordu. Gerçekten pek bir niyeti olmamasına rağmen asabi bir yapıda olan Enver Cem’e dürüst saldırı yaparak elindeki silahı almak isterken babasını yanlışlıkla vurdu. Ve kuyuya attı. Ayrıca Ayşe keza de Gülcihan durum yerine geldiklerinde Enver’i bir köşede otururken buldular.

Duruşma sonucu Enver suçlu bulundu. Ve hapse atıldı. Annesi onu sık sık ziyarete gitti. Buradan daha sonra da kitabın üçüncü bölümü başlıyordu.

Bu bölümü Kırmızı Saçlı Kadının ağzından dinliyoruz. Cem’in babasıyla yaşadığı aşkı unutamayan Gülcihan, Cem’i görür görmez babasına benzerliğinden nedeniyle ona bir yakın olma hissetti. Ve babasıyla yaşayamadığı aşkı belki oğlu ile yaşayabileceğini düşündü. O sıra evli idi. Fakat eşi de örgütlerinin tepesindeki adamın kardeşi idi. O gece ilişkiden daha sonra hemencecik gebe kalmıştı. Fakat çocuğun kendi kocasından mı Cem’den mi olduğuna karar verememişti. Sonrasında kocası ölüm edince oğluna gerçeği söylemiş, Dna testi yaptırarak reel babasının Cem olduğunu kanıtlamıştı. Doğrusu amaçları aileye sorun hariç tutmak değil sadece bu yaşına kadar hiçbir şey başaramamış ve iyi bir geliri olmayan Enver’in Sührap’tan payına düşeni almasını sağlamaktı. Tüm zihin Gülcihan’ın aklından çıkmıştı. Zor Kullanarak oğlunu ikna etmişti. O geceki yemeğe değin her şey yolunda gidiyordu da, fakat o gece Cem’in ve Enver’in dışarı çıkıp gelmemesinden şüphelenen Gülcihan kuyunun oraya doğru gitmişti ve oğlunun baba katili olduğunu görmüştü. Mahkemede ne kadar nefsi müdafaa olduğunu söyleseler de arkası adaleli bir işyeri ile başa çıkamamışlardı ve Enver hapse girmişti. Annesi oğlundan tek bir şey istiyordur artık; tüm bu olanları kitaplaştırmasını. Bunu keza mahkemeye kanıt olarak da sunabileceklerdi. Keza de yaşadıklarını yazmasını istiyordu Gülcihan. Kendi bildiklerini anlattı oğluna, öteki bilgiler için de Cem’in karısı Ayşe ile konuştu. Yetersiz bilgileri, detayları öğrendi. Bütün hepsini oğluna aktardı. Tekrar zorlu bir süre ve ikna etme çabaları sonucu en sonunda oğlu ikna oldu ve kitap yazmaya karar verdi. Bütün yaşadıklarını, yaşananları yazacaktı. Hem babası da yazar elde etmek istiyordu bu sebeple Gülcihan da Enver’in yazar olmasını istediğini söyledi.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder